Kayıtlar

poem etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Mehlikam

Mailerinde kaybolduğum ıssız gök altında kaldım aciz kimsesiz ömrüm amade kaç satır hatıra bıraktın ey benim kaygısız zeytin gözlü parlak güneşim sen bana mai deniz, bana sıcak bir gök borçlandın kalbimle yüz çevirdiğim kaç eşsiz hatıra sırtlandın Ufukları dardır bu göğün kanadı kırık uçamazsın gönlünde kırılır bu defa bir düzende var olamazsın ey benim gönlü kuytuda kalmış nazlı çiçeğim ben sana hayat vaat ederken sen mahrum kaldın sırtımı döndüğüm duvarlardan ruhuma sarıldın Halim ahvalinle yekpare cihana sığamadım hayratımdır evrene her şiir senden sığdırdığım ey benim gülen yüzünde çiçekler yeşerttiğim avare dünyanın ellerinden köşe bucak kaçırdın varlığınla naçiz benliğimi kuraklıktan kurtardın Ayrıldığım her şehre senden bir hatıra bıraktım kurduğum hülyada bir senden, bir de sen vardın ey benim cihandan yitip saye gibi hayalileştiğim yürüdüğüm her yolda bugünden yarınıma candın korkularımı saklayıp sinende, bana kokunla baktın Mai ıssız mai yalnız ve karanlık artık senin kaçtığı...

saat

 seni kaybetmişliğin on yıllık hüznünü yaşıyorum nefesim yettiği kadar yuttuğum anları cevabını bulduğum her soru kabus iken günüme  bozuk saatlerimin durduğu tek doğru bu elimden gelmedi vaktinde yetişmek sana sustuğum en yanlış doğru konuştuğum en doğru yanlış her vakit kilitlenir huzurum uzun bir yolculuk hayat dedikleri iki dudağının arasında bulduğum sıcak yuvanın camdaki buğusunda yüzünü arıyorum yahut canlıların sana taptığı buluttan silüetini hep yakındın bana aslında  adını seslensem duyacaktın elimi uzatsam dokunacaktım belki  her şeyin yaşandığı hiçbir şeyin yaşanmadığı vakitsizliğin esiriyim şu sıralarda bir yelkovan ağırlığında içimdeki sancılar

loin

le bonheur est aussi loin que paix tes yeux sont comme la vie ta voix est loin de ma solitude comme si tu étais mon horizon comme les étoiles quan tunes dans ma vie, je suis loin de moi si loin de ma vie d'avant, amour.

inbar

kırık aynalarda bulduğum çehre tanımadığım yılların yansıması hatıramdaki çiziklerde rastladım ömür dolu kadehlere sığdırdığımızı ışıklar kapandığında bir leva güneş doğduğunda bir zeva milyon kere edilmişti and hayata milyon kere girilmişti bu savaşa ve bir mil yol katedememiştim hatırla ölmüştüm ya bir çok kez öldüm  yine öldüm  ve öldüm ölmeden önce ölünüz tavaf kuşlar filizlendi harabe çehremde dilim lal gözlerim ama  döndüm durdum içimin hanlarında kurak ormanda hemen sarardım  berrak sularda kayboldum bahar gelirdi ellerinde çiçeklerle  ahmak ıslatır gibi bir süs takındım bin defa girdiğim bu savaşı yine kaybeder bin defa da girsem yine boğardım mucizeler örterdi üstümü o zaman bir kârım olurdu kainattan sular dalgalandığında denizlerde yırtık tenimin çiçeklerine rastladım aradığım son çarenin ipuçları bir damlaya sığmayan bir denize taştı hani çocuk ya şimdi parçalar ne zaman bütün olacaktı

at kestanesi

selam götür benden ferhan sükunetin habercisi olsun ay tebessüm et kaç bu diyardan bahar aksın saçlarından şimdi güller yüzünden döküldüğü an seller durdu bu sonbaharda at kestanesi çiçek açtı ferhan kurudu sinemde bütün dallar sen vakti saadetimi baki san ihtiyar çehrende çizgiler var uzun yol geldin otur soluklan inci gibi dizilen yıldızlar gözlerini göğe dik gör ferhan karartılarda seç sustuklarımı su testisi taşı götür ardından ağlak sesleri kıs sakın bakma şüpheni al sırtına tut kolumdan yağmur yağsın gözlerden şimdi bir yudum huzur götür ferhan görmek vakti sırların ardındakini binbir sima sezdim aydınlanan sahi ne kadar zaman geçti sensiz hani giderdin lâl avuçlarımda kan bul beni kokumu tanır gibi cihanı sustur gülü soldur ferhan ya bir daha gelemezsen geri ah at kestanesi çiçek açtı bahar geldi ferhan

y.o.

aşk iki kişiliktir dünya gibi bir cemre düşer kuytu soğuklara ikinci cemre belki bahardan tatlı bi ayaza sonra bir ay bir güneş doğar bir olurlar küçük kıyamet aşk iki kişiliktir sessizce yavaşça  buluşur gözler bir kadın ağlar bir adam susar yağmur yağar fırtına kopar sussuz çöllere ay ışında kavrulur gün ışında  sönerdi ateş aşk iki kişiliktir bazen mavidir denizler kadar bazen karadır göz karası biraz cesaret biraz esaret kadar eller buluşunca tan yeri ağırırken dua ederdi kuşlar aşk iki kişiliktir biri söner biri yanar ikisinin ateşi  ısıtır dünyayı biraz mümkün biraz mümkansız hani karınca  sırtında hani ağustos böceği  sazında adını duymuştum aşkın dokunulmaz ürkütülmez sükut içinde  ay doğduğunda güneş battığında doğardı arafta bitmezdi, bitmedi.

Acıya Yabancı

bir kadın çiziyordum buğulu camın önünde kuşları çiziyordu uçmaya hazır balkonun kapısından rüzgâr  saçını okşasın  bir kadın çiziyordum topuklu ayakkabıları birbirinden uzak elleri dizlerinde çokca düşünüyor  fırındaki yemek sıcak hasta olmasın gözlerindeki halkaları sileceğim biraz daha yaşasın bir kadın çiziyordum yasemin kokan boynunda damlalar uzun yolculuğa çıkmış gözden kalbe kuru ormanlar dudakları kuru oysa hiç öpülmemiş hiç sevilmemiş gibi bir kadın çiziyordum saçları dalga dalga şelale gibi köprücüklerine kadar rüzgâr eli değmiş gibi okşuyor dedim ya evet gülümseme en yakışanı oldu renklerin en güzeli kesinlikle bir kadın  çiziyordum korkmuyor karanlıktan hiçbir şeyden siren sesleri yükseliyor herkes telaşlı kadın kıpırdamıyor yerinden hafif bir endişe olabilir sözlerinde oda düşünür mü insanlık nereye bir kadın çiziyordum papatyaların içinde  dünyadan ayırdığım kolladığım bir kadındı ki ah acıya yabancı 2017.

sığdar

herşey yolsuzdu  yordamsız yaşadım geceler var ya yıldızlar için vardı bana dar gelir artık bu yol yıllar bebekliği önce  sonra çocukluğu aldı yavaş yavaş gençlikte gebe bir ben kaldım geriye bir de hatrımdaki bu kuru çehre herşey uçsuzdu bucaksız öldüm seherler var ya garipler için vardı bana sığ gelir artık bu han yıllar aklı önce sonra selimi aldı yavaş yavaş ahval de gebe bir ben kaldım geriye bir de ardımdaki buruk cümle...

kuş

güneşi erken battı kuş olup uçtu sevda hangi gökte bilmem hani yıldız  hangi yalnız ay nereye baksam ıssız  uçsuz bucaksız  bir ben bir kesik tel çiçek olsaydım yahut bir gök  belli olsaydı varlığım güneş erken battı kuş oldu uçtu sevda hayat dediler güzel hangi yerde bilmem hani nefes hangi kucak saran nereye dönsem ıssız ucu karanlık  bir ben bir garip tünel kelebek olsaydım yahut bir gece anlaşılırdı sessizliğim güneş batmaz sevda göçmezdi  kimsesizlikle...

selam

geleceğinin habercisiydi belki adı hasret olan kuşlar sen bir selam ederdin ateşlenirdi bütün hücrelerim bir gülümserdin ah ah bir gülümserdin ki su taşırdı karınca sırtında telafisi olmayan sessizliğin gidişinin habercisiydi belki yavaş yavaş sessiz sessiz o daldan öteki dala sen bir adım giderdin ben on adım ölürdüm gitmeyecekmiş gibi tutardın elimden ah ah bir tutardın ki ilk gün ki gibi  yaşardım yeniden içimi ısıtan bakışların yangının habercisiydi belki yakıp yıkan beldemi kaşını kıvıran kısık bakışların 9.03.2020

güneş

öyle ki ilk nilüfer tohumu tenine ekilmiş binbir koku barındırır güzellikten yana kurusa solsa da kaybetmez kendinden ah bilsen ah bir bilsen ellerinle açardın nilüfer ayrılık bu elbette üzer hangisi sevdadan aklım fikrim sen gözlerimdeki yaşla büyüttüm seni büyütmek yetmez göl oldum nilüfer öyle ki ilk güneş sabahı sana doğmuş saçlarındaki sarılar ondan özlemden yana binbir hasret duygusu hatırından yana ölsem yeniden de dirilsem kaybetmez kendinden ah bilsen ah bir bilsen gözlerinle doğardın güneş bir hicret elbet üzer hangisi aşktan aldığım nefes bile sen  sesimdeki ah ile büyüttüm ah demek yetmez bir ömür harcadım güneş

Son Bahar Türküsü

bir son bahar türküsü bu kelebeklerin ötüşü çiğ yağmurun uçuş sesi toprakta kızgın yapraklar kuşlar açmış dallarında denizler susmuş dalgalarda elemperestlerin elleri yaşlı kim bu göğsünde acıyı dudaklarında suskunluğu bileklerinde aşkı taşıyan bir son bahar türküsü bu cırcır böceğinin ağlaması karıncaların son çırpınışı gökte aceleci kanatlar bulutlar toplanmış göğünde bir dizi sevda dizinde umutperestlerin gözleri sönük göğsünden acıyı al dudakları şarkı söylesin bilekleri kendi için atsın bu defa bir son bahar türküsü kuşlar açmış dallarında...