Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

at kestanesi

selam götür benden ferhan sükunetin habercisi olsun ay tebessüm et kaç bu diyardan bahar aksın saçlarından şimdi güller yüzünden döküldüğü an seller durdu bu sonbaharda at kestanesi çiçek açtı ferhan kurudu sinemde bütün dallar sen vakti saadetimi baki san ihtiyar çehrende çizgiler var uzun yol geldin otur soluklan inci gibi dizilen yıldızlar gözlerini göğe dik gör ferhan karartılarda seç sustuklarımı su testisi taşı götür ardından ağlak sesleri kıs sakın bakma şüpheni al sırtına tut kolumdan yağmur yağsın gözlerden şimdi bir yudum huzur götür ferhan görmek vakti sırların ardındakini binbir sima sezdim aydınlanan sahi ne kadar zaman geçti sensiz hani giderdin lâl avuçlarımda kan bul beni kokumu tanır gibi cihanı sustur gülü soldur ferhan ya bir daha gelemezsen geri ah at kestanesi çiçek açtı bahar geldi ferhan

dünyanın rengi

boynu bükük güzel sevemezsem gelme gül rengi dudakların solar ise hemen gökten yaşlar olurda beceremezsem bilmeden sevmeyi git sevemem  hani alnına düşmüştü aklar yaşımca ellerimle açmıştım şakaklarını küçük bir buse kondurup örtmüştüm gözlerimle ey boynu bükük güzel sevemezsem gelme aynaya baktığında  ıslandıysa gamzelerin öpülmemişsen hiç kuruyorsa köklerin insanım beceremezsem cahilken sevmeyi kaç sevemem hani kursağında susmuştu serçeler boyunca gözlerimle dokumuştum kirpiklerini hayallerimden anlatıp küstüm kendimle boynu bükük güzel dün de bugün de  yarın da sen.

Mihrimah

şahlanarak yürüyen eşsiz gözleri parladı vuslata ruhu erdiren kanatlarım kırıldı içimdeki kıyametten yas tutan kimse ağlardı ellerimden dökülen miraca yükselen emsalsiz yüzü destandı rahrev dünyadan giden tenha huzurda kaldı

y.o.

aşk iki kişiliktir dünya gibi bir cemre düşer kuytu soğuklara ikinci cemre belki bahardan tatlı bi ayaza sonra bir ay bir güneş doğar bir olurlar küçük kıyamet aşk iki kişiliktir sessizce yavaşça  buluşur gözler bir kadın ağlar bir adam susar yağmur yağar fırtına kopar sussuz çöllere ay ışında kavrulur gün ışında  sönerdi ateş aşk iki kişiliktir bazen mavidir denizler kadar bazen karadır göz karası biraz cesaret biraz esaret kadar eller buluşunca tan yeri ağırırken dua ederdi kuşlar aşk iki kişiliktir biri söner biri yanar ikisinin ateşi  ısıtır dünyayı biraz mümkün biraz mümkansız hani karınca  sırtında hani ağustos böceği  sazında adını duymuştum aşkın dokunulmaz ürkütülmez sükut içinde  ay doğduğunda güneş battığında doğardı arafta bitmezdi, bitmedi.

me.

gölgesi ile oynardı yalnızlığı insandı sığınırdı korunaklı yalanlara mesela bir çay bahçesinde sigarasını yakardı tebessümle belki yorgundu uyumuştu sahilde tutmayacaktı elleri yüzünü hayatsuyunun her nefesinde hissediyordu kafesinde çırpınan sözleri affı yoktu hayallerin bir kursa bin yıkılırdı hayat o yüzden beyazladı yüzü elleri her zamankinden bayat kokusunu unuttuklarını kalbinde ağırladı sustuklarını sonsuza uğurladı iğneler kadar küçük depremler kadar kontrolsüzdü insandı umardı yaşamı istemsiz umarsız belki hoyrat ardındakiler bazen onun bazen değildi ikilemlerle düşe kalka bi ileri iki geri derken nice zaman olmuş birden unutulmuş aile sofrasında bırakmıştı huzurunu belli ince kaslarından sussuzluğu hani beklemişti onu bir gonca o daha hevesliyken dalgasız deniz sakin mehtap gözleri ile gözleri birleşirse şayet bir daha dokunurdu hayatsuyuna bir daha yaşardı yeniden yalnızlığı bu kez kendiyle oynardı sessiz sakin sükunetle oda ağır başını koyardı dizlerime saçlarını okşardım b

5 Mevsim

yalancı mutluluk uygunsuz üst baş önce hafif rüzgâr sonra fırtına kopar sımsıcak güneş ellerimde ateş soğuktan donar selamet uzaklaş hoşçakal de yak sallantılı havalar

elveda

 âna anılara mekana her dilde her zamanda hep elveda.

Acıya Yabancı

bir kadın çiziyordum buğulu camın önünde kuşları çiziyordu uçmaya hazır balkonun kapısından rüzgâr  saçını okşasın  bir kadın çiziyordum topuklu ayakkabıları birbirinden uzak elleri dizlerinde çokca düşünüyor  fırındaki yemek sıcak hasta olmasın gözlerindeki halkaları sileceğim biraz daha yaşasın bir kadın çiziyordum yasemin kokan boynunda damlalar uzun yolculuğa çıkmış gözden kalbe kuru ormanlar dudakları kuru oysa hiç öpülmemiş hiç sevilmemiş gibi bir kadın çiziyordum saçları dalga dalga şelale gibi köprücüklerine kadar rüzgâr eli değmiş gibi okşuyor dedim ya evet gülümseme en yakışanı oldu renklerin en güzeli kesinlikle bir kadın  çiziyordum korkmuyor karanlıktan hiçbir şeyden siren sesleri yükseliyor herkes telaşlı kadın kıpırdamıyor yerinden hafif bir endişe olabilir sözlerinde oda düşünür mü insanlık nereye bir kadın çiziyordum papatyaların içinde  dünyadan ayırdığım kolladığım bir kadındı ki ah acıya yabancı 2017.

sığdar

herşey yolsuzdu  yordamsız yaşadım geceler var ya yıldızlar için vardı bana dar gelir artık bu yol yıllar bebekliği önce  sonra çocukluğu aldı yavaş yavaş gençlikte gebe bir ben kaldım geriye bir de hatrımdaki bu kuru çehre herşey uçsuzdu bucaksız öldüm seherler var ya garipler için vardı bana sığ gelir artık bu han yıllar aklı önce sonra selimi aldı yavaş yavaş ahval de gebe bir ben kaldım geriye bir de ardımdaki buruk cümle...

kuş

güneşi erken battı kuş olup uçtu sevda hangi gökte bilmem hani yıldız  hangi yalnız ay nereye baksam ıssız  uçsuz bucaksız  bir ben bir kesik tel çiçek olsaydım yahut bir gök  belli olsaydı varlığım güneş erken battı kuş oldu uçtu sevda hayat dediler güzel hangi yerde bilmem hani nefes hangi kucak saran nereye dönsem ıssız ucu karanlık  bir ben bir garip tünel kelebek olsaydım yahut bir gece anlaşılırdı sessizliğim güneş batmaz sevda göçmezdi  kimsesizlikle...

selam

geleceğinin habercisiydi belki adı hasret olan kuşlar sen bir selam ederdin ateşlenirdi bütün hücrelerim bir gülümserdin ah ah bir gülümserdin ki su taşırdı karınca sırtında telafisi olmayan sessizliğin gidişinin habercisiydi belki yavaş yavaş sessiz sessiz o daldan öteki dala sen bir adım giderdin ben on adım ölürdüm gitmeyecekmiş gibi tutardın elimden ah ah bir tutardın ki ilk gün ki gibi  yaşardım yeniden içimi ısıtan bakışların yangının habercisiydi belki yakıp yıkan beldemi kaşını kıvıran kısık bakışların 9.03.2020

sarı.

sesin gülünce  kalbim kanatlanır gözlerimiz değince ansız mesut ölürüz bir kız çocuğu  doğar sessizliğinde ellerimi bıraktığın da ellerini severim gözlerini kırptığında  kirpiklerini... ellerini değdirdiğin herşey güzelleşir çiçekler solmaz üstümüzde geç kalmışlıkla genç kalmışlık arasında bir susuzluk bir sonsuzluktur güneşin doğduğu umudun battığı yerde bulurum... biliyorum bir gün kimsesiz kuşlar anlaşır gözün gözüme takılı kalır çiçekler solmaz  şefkatsiz kalmaz kelebekler susmazsan adalette yerini bulur sağlıkta varoluş ve yok oluş arasında kaybolduğum yeni dünya sustuğunda dudaklarını güldüğünde gözlerini severim ağladığında kırışıklarını seni hissedince bir kız doğar geceme her ağladığında  seni severim mesut ölürüz

güneş

öyle ki ilk nilüfer tohumu tenine ekilmiş binbir koku barındırır güzellikten yana kurusa solsa da kaybetmez kendinden ah bilsen ah bir bilsen ellerinle açardın nilüfer ayrılık bu elbette üzer hangisi sevdadan aklım fikrim sen gözlerimdeki yaşla büyüttüm seni büyütmek yetmez göl oldum nilüfer öyle ki ilk güneş sabahı sana doğmuş saçlarındaki sarılar ondan özlemden yana binbir hasret duygusu hatırından yana ölsem yeniden de dirilsem kaybetmez kendinden ah bilsen ah bir bilsen gözlerinle doğardın güneş bir hicret elbet üzer hangisi aşktan aldığım nefes bile sen  sesimdeki ah ile büyüttüm ah demek yetmez bir ömür harcadım güneş

ölen çocukların ahı

içimde ölen çocukların ahı var kırık aynamı bulmak için çeyrek asır eskittim seziyorum karda açacak gül gül renginde doğacak gün bir birine ilham olan kainat içimde ölen çocukların ahı var boğazımda düğümlenen ukteleri topladım gidiyorum ardımda bütün hatıralar sardı sinemi geçmiş sanrılar gökyüzünde nur yer yüzünde ruh pislikleri topladım gidiyorum  içimde ölen çocukların ahı var aklımda bin bir intikam kin kesem boş kalbim küs çehremin bir çizgisi kırk bilinmez yıl eskittim ilkbahar da uyanır gül kül renginde solacak gün hani o saçlara papatyalar hani o güzel gözlü ceylanlar geç kalmışlıkla genç kalmışlık arasında  kendimi öldürdüm ve ölen çocukları  dirilttim

lanetli köyün kavalcısı

lanetli köyün kavalcısı bir aşk bir kıyametti bin ah bir ana bedeldi nefes çalardım nefes alırdı kuşlar sonra toplanırdı lanet kaçardı insanlar sen susardın kıyamet  sen konuşurdun lanet lanetli köyün kavalcısı tüm kötülük                       ardımda

dilek

bir gök dile benden sessiz olsun hıçkırıkları kabul görsün her damlada yıldızlar öpsün alnını bir çocuk sahiplensin gecen her ağladığın da  bir filiz düşsün  bir çocuk doğsun dünyada bir kuş uçsun elimden dilek tutayım ikimizin dilinden göklere kadar uzansın namı içimdeki şarabın bir uçurtma süzülsün çehresinde göğünü süslediği gibi gününü hayalini süslesin ellerini her attığında adını zikretsin bir gök dile benden hiç dokunulmamış hiç şiir yazılmamış olsun öyle bir gök dile ki hep alınmış hiç verilmemiş bir gök dile benden bir gök ki bir gök bir

beyaz

ışığı sönmüş beyazın alnından öpülmüş dökülmüş yaşları toplayın eteğinden tutun ellerinden karanlık mesken caydırma hevesinde kötülükte eş iyilikte eş şimdi susma vakti susup dinleme vakti hangi beyaz solduysa hangi karanlıksa dinleme vakti bir de görmek şimdi kapatmalı gözleri ışığını güneşin eğer yanlış çıkarsa sözünden bir kere çamur savrulmaz tenine ışığı sönmüş beyazın delinmiş göğü delirmiş ansızın göğsünüzü açın ona dinlendirin kucağınız da onu bekleyen yalnızlık korkutma hevesinde öyle ki şimdi dost eş düşman eş şimdi göğü kapatma vakti solup çürüme vakti hangi çiçek açtıysa hangi hayatsa gitme vakti bir de öpmek söylenmemiş sözleri yazılmamış defteri eğer yalansa bir söz kurşun geçirmez zihne ışığı sönmüş beyazın                        aklayın

coeur

tu me manques her sözün ok tiens mes mains unutulmayan her an n'aie pas peur güzelliği geceye yor dis moi la lumière durma ellerini ver écoute le silence unutucaksın söz ne me prive pas toprağında hayat var ciel en mains güneş teninde embrasse moi maintenant dursun dünya bu anda quand l'obscurité tombe aklın fikrin benimle rends mes rêves nereden esersen es la solitude, toi et moi acıyana sor geceyi ce que tu appelles la vie iki an ve arasındakiler vis ton coeur

mucize

mucizedir kadın her vazgeçtiğin de bir hayat doğar nefesinden her tercihinde  bir can verir ellerinden sesinin değdiği en uzak yerden selam götürün mucizedir kadın her vazgeçtiğin de gülümser ardındaki çünkü biraz iyiliktir her kadını anlamak her kadını çözmek her kadını tutmak  kolay değildir hatta mümkansızdır  çoğu zaman bir kadın isterse olur dünya bir kadın isterse yok olur mucizedir kadın bir kere görünür bir kere kaybolur bir kere hayat bulur her vazgeçtiğin de bir hayat söner ardından her tercihinde  bir can dirilir arzusundan kokusu eşsizdir gülüşü de ve hatta dokunuşları da seviyorsa bir de ah bir dünya yaratır  kendinden hayalleri  hayatlara sığdırır mucizedir kadın vazgeçişi ve tercihi arasında  yarım nefes vardır.

Küçük Prens'in Gülü

gülü uyandı artık yapayalnızdı ne kalabilirdi toydu ne koparabilirdi canından dünyasına düşmüş en güzeli bir nefes kadardı canı o can ile çabası taktire şayandı uçamazdı dikenleri vardı  yalnız  köklerinden ayrılıp kuşlara takılamazdı gülü uyandı her yeni gün solmaya yakın geleceğini umut etti gelemezdi biliyordu çiçeğinden korktu baobab olmasından belki daha cani onu kendiyle  yok eder sandı oysa gül onun içindi onu özel kılan  tek küçük prensi vardı biraz su cam fanus tek şikayeti nazından ancak bilemezdi küçük prens masal bu ya küçüktü prens uyanmıştı gülü herşey mükemmel olamazdı.

gece

gecemin ağırlığı çöktü sineme yalnızlığın enstrümanları  korkunun şarkıları ile beraber karanlığın yüzü yine bana dönük aşık olduğum herkes burada tut elimden yalnızlık fısılda kulağıma korku alnımdan öp karanlık beraber uzanalım sonsuzluğa ben ile ben olmamak arasında toprağa sızan son ışıklarla çıkabiliriz yolculuğa  hayata giden son sefer bu gece beni unutma.

deniz.

kusur değilmiş tohum ekmişler mavilerinde yeşerip olgunlaşmış çiçekler teninde ki ay ışığından gelen güneş gül rengi dudaklar mısır püskülü ateş bir ahenk var göz bebeklerinde dans eden iki ışık mavilerin içinde mavilerin de kanat çırpan iki güvercin perde ihlalinde ateş yanında ecelin ellerin karalar bağlanmış gök nerede tenimde soğuk rüzgarlar ayaklarım derede atlarını sür boğaziçinden ufka kadar ufkum mavilerinden sonsuzluğa uzar

maske

ellerinle çizdiklerin ölümle bir aklında cansuyu birde zehir bir elinde cennet aklında cehennem diğer elinde anahtar sol yanında ben karşında duran boş lamba yanan sen hatalarını karşıla selam ver hatta koy baş köşesine hayatın unuttuklarını kazıt alnına öl aynaya sattığın güzelliğin gitti aynı sevdiklerin gibi kaderin küçük cilvesi ki   var olduğun kağıtlar dağınık senin için hazırlanmış özel odanda iki küçük kutu rus ruleti iç öl  ya da iç öl vazgeçtim içme öl iki kutu tek seçenek unuttun mu her nefis bir gün ölecek sahi ne oldu ufak hırsların vazgeçilmez oldun mu çok mu vazgeçtin bir hatana bakar herkes üstünde mesken artık anlamasan da düştü masken

Saudade

bir an için vuslata erersek sen benden ben senden  sormak isterim neden bilinmeyen kadına biliyorum merhametinden efendi, ahlâklı oluşundan şeytan tüyünden bahsedecek sana bakmama izin ver  seni sevmek için sebebe ihtiyacım yoktu detaylarını bütününle kusurlarını benliğimle sevdim yokluğun nefessizlik olsa da vazgeçtim alıştım hepsine alıştım sen bilinmeyen kadınla kaldın ben yüzümü döndüm seni sevmeyi de öyle sevdim ki içimin kafdağın da  dokunabilen yok tahtına bülbüller güllerden  önce sana aşık oldu züleyha da... sahi sen neredensin ya içimden düşen bir yağmur ya gökten gelen bir nur çizgilerin buradan değil gülüşün ruhani alnından öptüğümde yeşerecek gülleri yusuf züleyha'nın olduğunda sende benim olursun kim bilir

Ferhunde

ferhunde ukte kalmışların hikâyesi uykusuz gecelerin umutsuz  soysuz saatleri gecenin en karanlık noktasında parıldayan küçük yıldız içinde biriktirdiği hayaller benliğinde bir hırsız onurunu çalan binbir nokta aklını alan mavilikler beyaza boyandı ferhunde azizliğin geç kalmış öyküsü hani bir an vardı  uyumadan hemen önce ellerini göğsünde bağlamıştı bir dileği vardı tanrıdan melekler amin derdi inanmazdı ferhunde  ben görürdüm anlatırdım şaşırırdı ansız bir gün giderse  yolları aydınlanır bir yer kararırdı arkasından tozu dumanı yolu karıştırır onlar için incinirdi yüreği sabahın görmediği güneş  onun içinde doğardı ferhunde perilerin durgun masalı develerin pirelerin kaçtığı evvel zaman kalbur zaman periler yağmur duasında ferhunde göz yaşı dökerdi bitkiler yeşerirdi sonra bir çocuk doğar bütün kainat evrilleşirdi ama o güzelleşirdi ilk adımlara son öpüşlere şahitti tanrıdan sonra  bazen son gidişlere mesela dağlar vardı uzaktık birbirimize bir ışık gördüm mü  tanırdım yüzünden ferh