Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
ilk ve son kez bu dönüşler uzundu ilk gecen zordu gelişin daha yokken isyanın belliydi mutlu değildi zeytin gözlerin hapishaneden daha büyüğüne elinin uzandığı yere kadar boğuldun yoktun orada yoktun sana uzanan kalpleri kırdın sana dökülen göz yaşlarını içtin kanayan elleri daha da kanattın sanaydı bu son gidişler gözyaşı döktün yollarına ilk ve sondu yirmibir ilk kez durdu trafiği numaralı caddenin ilk kez durdu saatler son kez battı güneş vaktinde hadi ellerini uzat sende suçunla günahınla benimsin uzun yoldan geldin otur hevesin yaşından az dur biraz daha beklesen farklıydı biraz daha isyan etsen varlığına ilk ve son kez bu an yirmibirin yirmibirine kainatın ilk kez ve son kez bu gece ve bu gündüz en uzun gecenin tesiri bu üzerinde gün doğmayan bir hayat ay ışığına tutkunuz hepsi bu kadar

bir gitme meselesi

bir şiir yazacaktım gözlerine daldım yine gitme ayak bastığın her şehir güzel gitme farzet ki peşinden gelmeye yetemedim affet gitme acıyan yaralarımı sarmanı beklemiyorum ancak gitme gözlerinde demlenip yüreğinde burkulayım  gitme aklımla kalbim arasında gözlerin meczubum gitme bak ellerime ellerinden ırak gariban  gitme umuda yeşeren düşlerinin kâbusu bu  gitme kötü bir insanım biliyorum haketmedim diliyorum gitme kollarımı açtım diz çökebilirim önünde gitme her şey bulunur para ev yenilik ama sen  gitme çayımın öbür tarafında ellerin olmazsa naparım gitme nefesim zehir oluyor panzehir senin gözlerinde gitme insan olduğumu hissediyorum lütfen gitme...

Son Bahar Türküsü

bir son bahar türküsü bu kelebeklerin ötüşü çiğ yağmurun uçuş sesi toprakta kızgın yapraklar kuşlar açmış dallarında denizler susmuş dalgalarda elemperestlerin elleri yaşlı kim bu göğsünde acıyı dudaklarında suskunluğu bileklerinde aşkı taşıyan bir son bahar türküsü bu cırcır böceğinin ağlaması karıncaların son çırpınışı gökte aceleci kanatlar bulutlar toplanmış göğünde bir dizi sevda dizinde umutperestlerin gözleri sönük göğsünden acıyı al dudakları şarkı söylesin bilekleri kendi için atsın bu defa bir son bahar türküsü kuşlar açmış dallarında...

istanbuluma

seni seviyorum istanbul gerdanında yaşlarınla yürümeye yeni başlamış bebeklerin koşturmasıyla hissiz kelebeklerin ölürken döktüğü gözyaşlarıyla hatalarınla seviyorum elime geçirdiğim ilk sevgi sana ilk aşkım senin karanlığında bir balıkçı kadar seviyorum seni liselilerin el ele tutuştuğu dar sokaklarınla  mazisinde ölüm yatan yokuşlar uçurumlar ile ayrılmayacakmışcasına seviyorum seni istanbul ayak bileklerindeki parçacıklarınla bana hep aşkı hatırlatan zehir zemberek ilk ve son öpüşlere şahit olduğunda alnından öpmek istiyorum annelerin ölümsüzlüğü gibi umutlu bakışlarınla seviyorum kaybolduğum sokakların bir bir aklımda küçük ayasofyadan kadırgaya üsküdardan beykoza kadar seviyorum zillere basıp kaçan çocuklarınla yardım bekleyen teyzemin dua eden bakışlarıyla simit satan çocukların hayalleri kadar gökleri delenlerin ihtişamıyla seni seviyorum istanbul severken ayrılanların içinde kalan uhte gibi senden ayrılıyorum biz hâlâ sevgiliyiz istanbul seni asla bırakmayacağım desem  sende in

pre

bir şiir doğdu gözlerinden gözlerimden yaşlarla harmanladım bir an önce kurtuldu ellerimden bir şiir doğdu gözlerinden

kadın olmak.

gülüşü güzel olanın acısı çok olur derler hangi acıların düşürdü bilmem söyle bir bir çiğneyeyim faillerini uzunca izlenen bir vakitte daldım kadın olmanın acısını anlıyorum şimdi gülüşüne takılıp çakıldım soğuk taşlara nemli rutubetli suyu tuzlu ayağa  kalktıkça düştüğüm gözlerin  hangi acılar güçlü bu kadar? benden pare bırakmadı kendi hayatımda bir sarmal gibi gözlerim gözlerine gülüşün değer değmez sırılsıklam düştüm kuyuya insanüstü bir acı seziyorum  soğuk tarafı ısıttığımda eski bir koku aldığımda hangi acıların günah keçisi oldum bilmem kaç çocuğun gözyaşı oldun bir ellerimi çıkmaya zorladıkça ensende  çıkmaya çalıştıkça gözlerinde düşüyorum kadın olmanın acısını şimdi anlıyorum gülüşünden intihar etmeden önce gözlerinden öpüyorum kadın olmayı şimdi anlıyorum

uçurum

doktor yollarımıza ışık tutma ışık tutmayı öğret zihin mezarlığıma size anlatılan bir kaç küçük sıkıntı hasta bir cehennem yaşar için de biraz dinledikten sonra germe çarmıha İsa'nın bıraktığı gibi beni bırakma doktor ışıkların söner ben ellerimi yakarım  küçük kafatası varsa içi katran doludur bir yalnız perçin deler göğsümü farkında değil hiçbir sürtük göğü silenlerin benim de aklımda tek bir resim senden kalan uyuyan kirpiklerin kurak gözlerin bir de his var senden geriye  sarıldığın kaşık yorgun bedenim yorgunum doktor çok yorgunum ya şimdi öğretirsin ışık yakmayı  yada beni silersin büsbütün ama bana kalırsa birincisi daha kolay dağılmış bir havari sürüsü istemezsin senden sonra yılanlara sarılmam  kaçma nolur dokun dudaklarıma hisset kuruluğunu aslında hissettiklerim boş bir duvar an sen ne dersen de canlanmıyor duygular bir küçük serçe ölse önümde oturup ağlardım gamsızlığım görmüyor artık onu bir çifte takıldım izlerken soyu

Kirpikler

kirpiklerinin gölgesi düşmüş yanaklarına bir çok gözyaşı saklamışsın günışığın da serin bir yaz akşamı yoldan düşmüşsün  elden ayaktan kırılmış bileklerin günlerin saatten hızlı akar dakikalar aklında durur bütün yelkovanlar serin bir yaz şarkısı olabilirmiş gözlerin ellerindeki kırıkları toplayabilir miyim? güneşi kelimelere sığdırabilir miyim? seni anlatmak için dudakların yarım açık dişlerin taşıyor mutluluğuna ya da gizliyor gizli yasını ormanda mahsur kalmışsın bahar yağmurunda toprak kokusunu en güzel sen almışsın en sıcak tene sen dokunmuşsun  görebilsen şansını bir görebilsen yazla sınırlı kalmayacaksın dokunaklı gözlerin yarım bakmasın sabaha her gün yeniden doğuyorsun

Ateş Böceği

gözlerin yorgunluk içindeki telaş bir yerlerden tanıdıksın hafif başın yersiz düşüyor ama herkese ağır geliyor sızısı düşüyor içli bir çocukmuşum önceden sulu göz derlerdi zamansız hikayelere yelken olmuşsun kulaksız kaplumbağaya şarkılar fısıldamışsın sesin yorgunluk içindeki fahiş bir sessizlikten görmüşüm yüreğin çabuk düşüyor herkes kaçıyor yükünden ağır geliyorsun duygusuzmuşum bir zaman kalemin ağır derlerdi ansız anlara fotoğraf olmuşsun görmeyen yarasaya gökyüzünü anlatmışsın nefesin yorgunluk içindeki meczup bir gemiden inerken eğiliyor için eğiliyor ve eziliyorsun yüzüme yansımıştı evvelden havan batsın derlerdi elalemin eline düşmüşsün ateş böceğine ateşi anlatmışsın gülmüş geçmiş